Bugüne kadar okuduğum çoğu yazı, erkeklerin koşması ya da aktif spor yapması üzerineydi. Türkiye’de, özellikle birkaç okunabilir dergi (ki onların da hedefi tamamen koşmak değil), gazeteci ve blog dışında kadınların koşması üzerine yazı bulmak çok da kolay değil. Zaten, yarışlardaki koşan kadın ve erkek sayısına bakıldığında bile, kendi kendimizi yeteri kadar cesaretlendirmiyor olabiliriz. Örneğin, 2013 İstanbul Maratonu‘nda, 10Km koşan kadın sayısı 1368 iken erkek sayısı 1857 olmuş. Aradaki fark, 15K ve maratonda daha da fazla. Bunun fizyolojik ve daha başka pek çok sosyolojik sebepleri tabiki olabilir, ama bizim en çok ihtiyaç duyduğumuz şey cesaret ve özgüven.
İşte bu yüzden, başkalarının ne dediği değil de, bizim ne düşündüğümüz ve istediğimiz önemli. Erkek egemen bir toplumda, “kadın olarak koşmak” için aradığınız cesareti bu sayfalarda bulabileceğinizi umuyorum.
Neden “Koşu Kadını”?
“Kadın” sözcüğünü kullanmak okuyanlara biraz garip gelebilir. Ancak insanların birine “kadın” demeyi ayıp bulmasını da ben garipsiyorum. Hatta “bayan” sözcüğünü de evli olup olmadığını bilinmeyen insanlara söylenmesini pek sevmiyorum. Hem de “hanımefendi” gibi güzel bir sözcük varken. Kadın sözcüğünün cinsiyetçi bir biçimde kullanıldığı “kız mıdır kadın mıdır belli değil” cümlesini de unutmamak gerek. İşte tam da bu cinsiyetçi ayrıma tavır koymak için kendime koşu “kadını” dedim. Ayrımcılık yapmadan koşmak dileğiyle…
Birkaç gün önce blogunuzu keşfettikten sonra zevkle neredeyse tüm yazılarınızı okudum.
Türkiye’de kadınların toplumsal yaşamdan uzak kalmasını belki koşarak düzeltemeyiz ama bu sayede daha dinç ve örgütlü olabiliriz ve başka bir direnç alanı daha oluşturabiliriz gibi geliyor. Bu bağlamda hem blogunuzun adı hem de konuları ele alış biçiminiz koşuya yeni başlayacak kadınlar için çok cesaret verici. Tebrik ediyorum.
Bu arada SPIRIT OF THE MARATHON’u izlediniz mi? Orada kötü bir evlilik sonrası hayatını yeniden düzene sokarken maraton hazırlığı yapan çocuklu bir genç kadının da hikayesi var. Bu hikaye özelinde değil ama özellikle maraton başlangıcı ve bitişinde gözlerim doldu diyebilirim. Çok etkileyici bir belgesel 🙂 Belki siz izlemişsinizdir ama okurlarınızla paylaşmak yararlı olur sanırım.
Birkaç gün önce blogunuzu keşfettikten sonra zevkle neredeyse tüm yazılarınızı okudum.
Türkiye’de kadınların toplumsal yaşamdan uzak kalmasını belki koşarak düzeltemeyiz ama bu sayede daha dinç ve örgütlü olabiliriz ve başka bir direnç alanı daha oluşturabiliriz gibi geliyor. Bu bağlamda hem blogunuzun adı hem de konuları ele alış biçiminiz koşuya yeni başlayacak kadınlar için çok cesaret verici. Tebrik ediyorum.
Bu arada SPIRIT OF THE MARATHON’u izlediniz mi? Orada kötü bir evlilik sonrası hayatını yeniden düzene sokarken maraton hazırlığı yapan çocuklu bir genç kadının da hikayesi var. Bu hikaye özelinde değil ama özellikle maraton başlangıcı ve bitişinde gözlerim doldu diyebilirim. Çok etkileyici bir belgesel 🙂 Belki siz izlemişsinizdir ama okurlarınızla paylaşmak yararlı olur sanırım.